Başlarken
İktisat bilimi hala tam netliğe ulaşmış bir bilim türü değildir. Kavramsal anlamda birçok konu henüz net cevaplara sahip değildir. Her ne kadar işin başlangıç noktasını Aristo’ya kadar götürebilsek de asıl başlangıç noktası Adam Smith ve gerçek başlangıcı David Ricardo’dur. Marks, Ricardiyen iktisadı alıp işçi sınıfı lehine yorumlamış ve aslında bir çok anlamda modernize etmiştir. Marksist iktisat ise Gramsci’nin yakın arkadaşı Pierro Sraffa tarafından geliştirilen "sabit mal" teorisiyle gerçek bir ispata kavuşmuştur. Elbette benimde bu makalelerde izleyeceğim yol Ricardo, Marks ve Sraffa’nın kesiştiği yoldur. Emek değer teorisinin, yani bir malın değerinin içerdiği emek miktarıyla alakalı olduğu tezini işleyen tezi doğru yol olarak peşinen kabul ettiğimin diğer tüm liberal önermelerin başlangıç noktasından başlayarak yanlış bir yolda ilerlediğini iddia ettiğimi bu yüzden klasik önermelerin bilinçaltıyla bu makaleyi okumanın anlama önünde büyük bir engel teşkil ettiğini söylemem gerekir.
Genel anlamda iktisat biliminden bahsettiğimizde herkes arz ve talep diye konuya girer. Kahvede olandan daha geniş ölçekli bir tartışmayı bilimsel tartışmaların içinde görürüz. Ama hepsi bu kadar. Yani aslında kahvedeki adam ne kadar yanılıyorsa bu işin bilimini yapan koca koca iktisat hocaları da o kadar yanılıyor. Arz ve talep ilkeleri diye yüz yıllardır tartışıla gelen şey sadece ve sadece bir grafik okumasından ibarettir. Fiyat yükselince talep azalır veya talep azaldığı için fiyat düşer veya arz çok olunca fiyat düşer veya fiyat düşünce arz azalır demek bugün ülkenin durumuna baktığımızda çokta geçerli bir durumu ifade etmiyor. Neredeyse herkes ürünlerin pahalılığından şikâyetçi ve tüketimini oldukça azaltmış durumda yine de fiyatlar yükselmeye devam ediyor. Yani aslında ne arz kıtlığı ne talep fazlası söz konusu olmadığı halde fiyatlar yükselmeye devam ediyor. Bu durumu açıklayacak bir iktisadi önermeye sahip değiliz.
Örneğin İstanbul nüfusu bir önceki yıla göre hemen hemen aynı durumda, daire sayıları daha fazla ama kiralık ve satılık konutlarda adeta fiyat patlaması yaşanıyor. Aynı arz benzer talep ama fiyatlar çok daha yüksek. Sadece kur farkı olarak değil kur bazlı baksak dahi çok daha yüksek bir halde. Bunu anlatan herhangi bir iktisadi teori de yok.
Elbette bu kadar yok’un arasında bir ışık yaratmak çok mümkün değil ama temel kabulleri derdest edebilirsek bir süre sonra bir farklı bakışın doğmasını sağlayabiliriz. Bu yüzden kafamızın içinde iktisada dair bildiğimizi sandığımız herşeyi bir an için bile olsa bir köşeye koymak zorundayız.
1-Genel denge ya da kısmı denge analizlerini unutun
2- Marjinalizm diye öğretilen hazcı teorileri unutun
3- Arz ve talep ilkelerini unutun.
Şimdi makaleyi okumaya hazırız.
Ekonomik kriz nedir?
En başta ekonomi nedir sorusuyla başlamak gerekir. Ekonomi insanın ihtiyaçlarını karşılamak için katlanmak zorunda olduğu zahmeti organize etme eylemidir. Tekrar ediyorum “insanın ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için katlanmak zorunda olduğu zahmeti organize etmesi”dir.
Nedir bu ihtiyaçlar?
Marks kapitalin ilk paragrafında “ister mideden isterse de hayalden çıkmış olsun” diyerek bir ihtiyaç ve istek tanımı yapmış ve bunları daha fazla ayrım noktası oluşturmadan meta başlığı altında tartışmıştır. Ancak istekler ekonominin temelini oluşturur ve bu yönüyle hayalden çıkan metalar insanlık tarihini ve ekonomi bilimi tarihini başlatmıştır. İhtiyaçlar ise hemen hemen bütün canlılar için aynı kategorik ilintiye sahiptir.
“Karşılanması durumunda geçici bir haz veren ve rahatlatan, karşılanmaması durumunda acı ve ölümle sonuçlanabilen, canlı olmaktan kaynaklı gereksinimlere” ihtiyaç deriz. Ama ihtiyaçların çok temel bir ödevi vardır. İhtiyaçlar yaşamamız için gerekli olan şeylerdir. Bu yönüyle bize yaşam süresi olarak geri döner karşılanan ihtiyaçlar.
Canlılık için 3 temel ihtiyaçtan söz edebiliriz.
1-Beslenme
2- Korunma-dinlenme
3- Nesli devam ettirebilme-cinsellik.
Bu ihtiyaçlar canlı olmamızla alakalıdır. Diğer tüm canlı türleri içinde aynı ihtiyaçlar söz konusudur. Ancak sadece insan böylesi bir çeşitlilikle ihtiyaçlarını karşılar. İnsanı diğer canlılardan ayıran bu ihtiyaçları karşılayabilmek için önceden organize olan bir canlı olmasıdır. Beslenmeden önce ne ile besleneceğini düşünen, daha ayağına iğne batmadan onun önlemini alan ya da kış olmadan kendine bir ev barınak yapan, neslini devam ettirebilmek için sosyalleşen hatta devletleşen bir canlı türüdür. İşte bunlar insanın ihtiyaçlarından öte olan istekleridir, çünkü arzu nesnel bir hale bürünmüştür, ihtiyacın giderilmesi değil nasıl giderileceği gündemdir ve bu yüzden insan istek sahibi bir canlıdır ve bu şekilde istekleri organize etmesi onu diğer her canlı türlerinden ayırır.
Bu yönüyle insanın ya da diğer canlıların ortak bir ihtiyaç tanımı varken sadece insanın istek diye bir başka gündemi vardır. İnsan ihtiyaçlarını giderebilmek için ihtiyaçlarıyla alakası olmayan başkaca şeylerde üretir. İhtiyaçlarını gidermek ona yaşam süresi, daha uzun bir canlılık sağlarken, ürettiği ama başkaca herhangi bir ihtiyacının nesnesine denk gelmeyen şeyler ile, yani isteklerinin özneleri ile ihtiyaçları için katlanmak zorunda olduğu süreyi kısaltır.
O zaman bir daha soralım ihtiyaçlar ve istekler nedir?
İhtiyaçlar her canlı türünde aynı olan beslenme, korunma-dinlenme, üreme-cinsellik gibi bedeni durumları ifade eder. Arzunun bu hali ekonomiyi başlatan sebep değildir. Ekonomiyi istekler başlatır. Çünkü istekler bu ihtiyaçlar için katlanmak zorunda olduğumuz zahmeti azaltırlar. Uzun bir sopa ile başlayan bu süreç, av aletleri, araçlar, kaplar, saklama ekipmanları, evler, sandalet, giysi, üretim araçları ve hatta uzay mekiklerine kadar giden bir süreci örgütlemiştir. Doğal olarak ekonomi bilimi aslında isteklerin(ihtiyaçların nasıl daha kısa yoldan sağlanacağının) üretimi ile alakalı bir süreçtir.
Peki istekler ihtiyaçların karşılanma zahmetiyle alakalıysa bir isteğe denk gelen bir ürünün değer olarak büyüklüğü karşılanmasına yardım ettiği ihtiyaçtan daha büyük olabilir mi? Elbette ki olamaz. örneğin bir elma ağacından toplanacak 10 tane elma varsa bu elmaları dallardan almaya yarayacak bir aletin değeri en fazla 10 elma kadar olabilir. Ağaç ve elma sayısı çoğaldıkça elbette aletin değeri de çoğalacaktır.
İstek ve ihtiyaçların tanımı neden bu kadar önemlidir ve neden öncelikle bunu anlamamız gerekir. Burada okuduğunuz istek tanımı ilk kez benim yaptığım bir tanımdır (2014, alternatif iktisadın kritiği). Bundaki temel amaç malların veya hizmetlerin karakterini belirlemekti. Ama bu durum yine birbirinin yerine kullanılan iki temel kavramın ön tartışması gibidir, zenginlik ve servet. Yine iktisat tarihi boyunca bu iki kavramın sürekli olarak birbirinin yerine kullanıldığını görürüz ama zenginlik ve servet ayrı şeylerdir. Dünyanın en büyük petrol rezervine sahip Venezüella’nın servet olarak petrole sahip olmasının zenginliğe sebep olmadığını gördük. Zenginlik tüketebildiğimiz şeyler ile alakalı bir kategoridir ama servet menkul ve gayrimenkuller için kullandığımız bir kavramdır. Doğal olarak bir ülkenin serveti sürekli olarak artarken zenginlik yani servet için katlanması gereken tüketim bazen azalır bazen çoğalır. Servet maddi unsurlar üretilmiş olan ya da kaynak olarak var olan şeyler için kullandığımız bir tanımken, zenginlik bu kaynaklardan tükettiğimiz kadarıdır. Doğal olarak tüketim dışı kalan ya da yavaş tüketilen her şey servetin konusuyken, tükettiğimiz yaşamı idame edebilmek için harcadığımız servet unsurları zenginliğimizi açığa çıkarır. Tüketim yoksa servet üretimi söz konusu olur, tüketim varsa zenginlik açığa çıkar. Tıpkı ihtiyaç ve istek gibi birbirinin alınana tecavüz eden iki kavramdır zenginlik ve servet. Örneğin hastanede checkup yapmak bir isteğin ürünüdür ama checkup sırasında hasta olduğunu öğrendiğin an bu bir ihtiyaca dönüşür. Aynısı servet ve zenginlik içinde geçerli, bir ülkenin serveti yer altı ve üstü kaynakları, şehirleri, köyleri yolları, denizleri gibi imal edilmiş ya da başka bir imalat için kullanılan her şeyi kapsar. Ancak zenginlik bundan ne kadarını tükettiğimizle alakalıdır. Bir yıl içinde ne kadar ürün ürettiğimiz değil ne kadar ürün tükettiğimiz bizim zenginliğimizi oluşturur. Demek ki servet zenginlikten arta kalandır. Demek ki servet gelirlerimizin tüketmediğimiz kısmıdır. Bu yüzden servet uzun dönem zenginlik kısa dönem tüketim döngüsüdür.
Bu temel kavramlar ışığında bir daha sorayım ekonomik kriz nedir?
Yaşamak için, ihtiyaçlarımızı elde edebilmemiz için katlanmak zorunda olduğumuz zahmetin yanlış organize edilmesidir. Servet üretiminden ötürü ihtiyaçlarımızı karşılayamama durumudur.
Servet ile istek, zenginlik ile ihtiyaç arasında örtüşen bir yan vardır.
İhtiyaç ve isteklerimizi karşılayabilmek için de bir gelire sahip olmamız gerekir. Bu yüzden gelirlerin ne şekilde harcandığı gündemimize girer.
Ekonomik yaşamda herkesin bir geliri ama az ama çok toplumsal gelirden bir payı vardır ki, hayatı idame edebilsin. Çalışanın geliri maaş, toprak ya da servet sahibinin geliri rant veya faiz, sermayenin geliri kar ve kamunun geliri vergidir. Bunu nasıl elde ettiğinin önemi ayrı bir konu ama gelirden pay almak tüketici sıfatı kazanabilmesi için elzemdir.
Gelirlerimizin bir kısmını gelirlerimizi elde etmek için harcarız. Bu durum ister hanehalkı (gelirleri ve giderleri bakımından tek bir cep gibi hareket eden en küçük sosyal sınıf ekseriyetle aile için hanehalkı kavramını kullanırız) için olsun ister iş alemi isterse de kamusal alan için fark etmez biz buna değişken gider diyebiliriz. Ne kadar çalışacağımızla ne iş yapacağımızla bağlantılı olarak sürekli değişebilir bu pay. Bir kısmını sabit gider olarak harcarız yani ara ara çalışmasak bile harcamak zorunda olduğumuz kısmıdır gelirlerimizin. Bir kısmını da gelecek planlarımız için kaldırırız yani tasarrufumuz bu aynı zamanda hem devletler hem hanehalkı ve hem de iş alemi için servete denk gelen kısımdır.
Bu anlamda gelirler 3 kısma ayrılır,
- Yeniden üretim için olan kısım
- Zenginlik yaratıcı kısım (ihtiyaçlarımız)
- Servete dönen kısım (isteklerimiz)
Servet biriktirdiklerimiz zenginlik ise harcadıklarımızdır. Servetine göre bir zenginlik yaşamayan toplumlar ekonomik krizlere tutulurlar.
Devam edeceğiz…