06102023Cts
Last updateCu, 12 May 2023 8pm

Özgürlük üzerine

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Şimdiye kadar, ütopyacı spekülasyon diye isimlendirilebilecek olan şeyden kaçınmak eleştirel toplum Kuramının (özellikle de Marksçı kuramın) en önemli ilkelerinden birisi olmuştur. Toplumsal kuramdan varolan toplumları kendi işlevleri ve yetenekleri ışığında incelemesi ve (eğer varsa) mevcut toplumsal durumu aşabilecek açık seçik eğilimleri saptaması beklenmektedir. Eleştirel kuram, mevcut koşullar ve kurumlardan mantıksal çıkarım yaparak, gelişmenin daha yüksek bir aşamasına geçişin önkoşulları olan temel kurumsal değişimleri de belirleyebilir: kaynakların daha ussal ve adil kullanımı, yıkıcı çatışmaların azaltılması ve özgürlük alanının genişletilmesi anlamında “daha yüksek”. Fakat eleştirel kuram bu sınırların ötesine geçme cesaretini, bilimsel karakterini kaybetme korkusu nedeniyle, göze alamadı. Bu sınırlayıcı anlayışın gözden geçirilmesinin zorunlu olduğuna ve çağdaş toplumların fiili evrimlerinin bu gözden geçirmeyi çağrıştırdığına, hatta zorunlu kıldığına, inanıyorum. Bu toplumların verimliliklerinin dinamiği “ütopya’ yı geleneksel gerçekdışı içeriğinden yoksun bırakmıştır: “ütopya” olarak suçlanan şey artık “yeri olmayan” ve tarihsel evren içerisinde yeri olamayacak olan şey değil, fakat daha çok, meydana gelmesi yerleşik toplumların güçleri tarafından engellenen şeydir. Ütopik olanaklar ileri kapitalizm ve sosyalizmin teknik ve teknolojik güçlerinin doğasında mevcuttur: bu güçlerin küresel ölçekte ussal kullanımı fakirliği ve kıtlığı çok yakın bir gelecekte sona erdire bilirler. Fakat, biz şimdi biliyoruz ki, ne bu güçlerin ussal kullanımı ne de -ve belirleyici olan budur- bunların “doğrudan üreticiler” (işçiler) tarafından müşterek kontrolü tek başına baskı ve sömürüyü ortadan kaldıramadı: bir bürokratik refah devleti yine de, herkesin “ihtiyacına göre” alacağı “sosyalizmin ikinci aşaması’na bile uzanan, bir baskı devleti olabilir.

Şimdi söz konusu olan ihtiyaçların kendileridir. Bu aşamada, sorun artık bireyin ihtiyaçlarını diğer bireylere zarar vermeden nasıl karşılayacağı değildir; aksine sorun, bireyin ihtiyaçlarını kendine zarar vermeden, köleliğinin devam etmesini sağlayan sömürücü aygıta olan bağımlılığını kendi arzuları ve doyumları aracılığıyla yeniden üretmeden, nasıl karşılayacağı sorunudur. Özgür bir toplumun gelişinin belirgin işareti refah artışının gerçekten yeni bir yaşam niteliğine dönüşmesi olabilir. Bu niteliksel değişim, bireyin ihtiyaçlarında ve (toplumun altyapısının da bir parçası olan) altyapısında gerçekleşmelidir; yeni yönelim, yeni üretim kurum ve ilişkileri, sömürgeci toplumlarda geçerli olandan çok farklı, hatta onun karşıtı, ihtiyaçların ve bunların karşılanmalarının yükselişini göstermelidir. Böyle bir değişim sınıflı toplumun uzun tarihinin engellediği özgürlüğün içgüdüsel temelini oluşturacaktır. Özgürlük, tahakküm altında refah için gerekli olan rekabetçi eylemlere artık uyum gösteremeyen, yerleşik yaşam tarzının saldırganlığına, vahşiliğine ve çirkinliğine artık tahammül edemeyen, bir organizmanın ortamı haline gelebilir. O zaman, isyan doğanın tam içerisinde, bireyin “biyoloji’ sinde, kök salabilir ve bu temel üzerinde, asiler özgürlüğün somut amaçlarının belirlendiği tek yer olan politik mücadelenin hedeflerini ve stratejilerini yeniden tanımlayabilirler.

İnsanın “doğa’ smda böyle bir değişim olanaklı mıdır? Olanaklı olduğuna inanıyorum, çünkü teknik ilerleme öyle bir aşamaya gelmiştir ki, bu aşamada gerçekliğin toplumsal kurtuluş ve ilerleme için yapılan zayıflatıcı yarış ile tanımlanmasına artık ihtiyaç kalmamıştır. Bu teknik yetenekler kendilerini sınırlandırmaya ve kötü bir şekilde kullanmaya devam eden sömürü sistemini ne kadar çok aşarlarsa, insanların dürtü ve arzularını yaşam ihtiyaçlarının saldırgan “geçim sağlama” eylemlerini talep etmeyi bıraktığı ve “gereksiz” olanın yaşamsal bir ihtiyaç haline geldiği noktaya doğru o kadar çok sürüklerler. Marksçı kuramın merkezinde bulunan bu önerme çok bilindik bir önermedir ve şirket kapitalizminin yönetici ve gazetecileri onun anlamını çok iyi bilirler; bu önermenin tehlikeli sonuçlarını kontrol altına almaya hazırdırlar. Radikal muhalefet de bu olasılıkların farkındadır, ancak politik pratiği yönlendirecek olan eleştirel kuram hâlâ çok geridedir. Marks ve Engels, sosyalist bir toplumda özgürlüğün olası biçimlerinin somut kavramlarını geliştirmekten kaçınmışlardır; artık günümüzde böyle bir sınırlama kendini haklı çıkarmış gibi görünmüyor. Üretim güçlerinin gelişimi bu erken aşamada öngörülenlerden çok farklı ve onların ötesinde insan özgürlüğünün olasılıklarını işaret eder. Diğer taraftan, bu gerçek olanaklar özgür bir toplumu varolan yerleşik toplumlardan ayıran uçurumun, İkincisinin [yerleşik toplum] baskıcı gücü ve üretkenliğinin insan ve çevresini kendi imge ve çıkarları doğrultusunda biçimlendirdiği ölçüde, daha geniş ve daha derin olabileceğini işaret eder.

Çünkü insan özgürlüğünün dünyası, egemenliklerini ne kadar verimli ve ussal hale getirirlerse getirsinler, yerleşik toplumlar tarafından kurulamaz. Bu toplumların sınıf yapıları ve bu yapının sürekliliğini sağlamak için gereken gelişmiş denetim mekanizmaları, insan varoluşunun köleliğini yeniden üreten ihtiyaçlar, doyumlar ve değerler üretirler. Cömert efendileri mazur gösteren bu “gönüllü” kölelik (birey tarafından içselleştirildiği derecede gönüllü) sadece “denetim altında tutma” ve “hoşnutluğun” insanın altyapısındaki köklerine kadar uzanan bir politik pratik aracılığıyla kırılabilir; değerlerin kökten bir yeniden değerlendirilmesini amaçlayan, Düzenden sistemli bir kopuşun ve onun reddinin politik pratiği. Böyle bir pratik, organizma, saldırgan ve sömürgeci olmayan bir dünyanın olası biçimlerine açık bir hale gelebilsin diye, bilindik olandan ve şeyleri görmenin, duymanın, hissetmenin ve anlamanın alışılmış yollarından bir kopuşu gerektirir. İsyanın bu düşüncelerden ne kadar uzak olabileceği, ne kadar yıkıcı ve kendini yok edici görünebileceği, büyük şehirlerdeki orta sınıf isyanı ile yeryüzünün lanetlilerinin ölüm kalım mücadeleleri arasındaki mesafenin ne kadar büyük olduğu önemli değildir; hepsinde ortak olan Reddediş’in derinliğidir. Bu onları kendilerine karşı çalışan hileli oyun kurallarını, eski sabır ve ikna stratejisini, Düzenin İyi Niyet’ine duyulan güveni, Düzenin sahte ve ahlaksız konforu ve acımasız refahını, reddetmeye zorlar.


Yorumlar   
0 #1 Marksmarks 08-03-2020 16:05
bu adam ingiliz casusu değil mi?
Alıntı
Yorum ekle


Herbert Marcuse
 
Marcuse in 1955 in Newton, Massachusetts[1]
Born July 19, 1898
Berlin, German Empire
Died July 29, 1979 (aged 81)
Starnberg, West Germany
Nationality
  • German
  • American
Alma mater University of Freiburg
Notable work
  • Eros and Civilization (1955)
  • One-Dimensional Man (1964)
Spouse(s)
  • Sophie Wertheim
    (m. 1924; died 1951)
  • Inge Neumann
    (m. 1955; died 1973)
  • Erica Sherover (m. 1976)
 
Era 20th-century philosophy
Region Western philosophy
School
  • Continental philosophy
  • Frankfurt School critical theory
  • Western Marxism
Main interests
  • Social theory
  • communism
  • socialism
  • industrialism
  • technology
Notable ideas
  • Technological rationality
  • great refusal[2]
  • one-dimensional man
  • work as free play
  • repressive tolerance
  • repressive desublimation
  • negative thinking
  • totalitarian democracy
Bingo sites http://gbetting.co.uk/bingo with sign up bonuses